Sunday, December 09, 2007



yaban sobelemis beni, cok heyecanlandim ...blog hayatimin ilk sobesi...

denizlere dalar gibi daldim icime kendimle ilgili 7 gercegi dusunmeye koyuldum... insan kendiyle ilgili saptamalar yaparken ne kadar da ciddilesiyor birden. Halbuki zaman zaman baska insanlarin bizi kendimizin tanidigindan daha iyi tanidigini dusunurum ben. Size de garip gelmez mi, hergun yuzunuzu aynada gormenize, tum huylarinizin, davranislarinizin eksiksiz farkinda olmaniza, ellerinizi, yuzunuzu, butun bedeninizi avcunuzun ici kadar bilmenize ragmen, tek bir mimiginizi bile butun gun karsinizda oturan is arkadasiniz gibi bilmenize imkan yoktur mesela.. cunku tum gun sizi goren karsinizdakidir... dusunceliyken kaslarinizi mi kaldirirsiniz, dudaklarinizi mi kemirirsiniz o bilir... birsey icerken, email yazarken, hizli hizli konusurken bakislariniz nasildir o bilir... ya da esiniz, sevgiliniz... sizinle ilgili sizin goremeyeceginiz seyleri gorur, farkedemeyeciklerinizi bilir ve belki de sizi bunlar icin sevmektedir... bir insanin kendiyle ilgili bu tarz kucuk gerceklerden yoksun olmasi aslinda ne buyuk bir eksiklik.

oyleyse kucuk gercekleri bi kenara birakip buyuk gerceklerden bahsedelim biz de... ben kimim nereye gidiyorum, varolusumun amaci turu sorgulamalari hizla geride biraktigim su yillarda kendimle ilgili pek cok gercegin dogruluklarindan artik tamamen eminim, bazilarini da halen kontrol etmekteyim:

iste emin olduklarim:

1- deadline insaniyim... (su kelimenin birebir turkcesini bulan kisinin gelip bizzat gozlerinden opecegim) Yaptigim her iste ne zaman ne yapiyor olacagimi bilmeliyim yoksa gozume uyku girmez... bi de tarihlere takmisligim vardir... mesela bir konuda bir karara varmissam su gune kadar uygulamam gerekir... en sevdigim soru "ne zaman" dir... kontrol mekanizmamin gerektiginden cok calistigini soylemisti zamaninda birisi, ve degistirmem icin de cok yardimci olmaya calismisti ama bence dogrusu bu - yoksa insan kayboluyor. Ya da dis etkenlere gore ilerlemek bazen insani yavaslatiyor. Kendi ivmeni katmalisin bence her ise ve azicik ucundan durtmelisin hayati ki ilerlesin.


2- kendime cok kolay acirim, cok kolay umitsizlige kapilirim ama sonunda yukarida bahsettigim kurtlanma durumu ve plan programlama azmimle ustunden gelemeyecegim dert olmadigina kendimi ikna ederim...bir de herseyin sonuna "hayirlisi olsun", " saglik olsun" filan gibi bir temenni koyarim niyeyse, cok eski usul olsa da kendimi tutamam..

3- yakin bir arkadasim bir gun hararetle ona bir derdimi anlatirken cok "drama queen" oldugumu soylemisti... o gun bu gundur ne zaman birine derdimi anlatsam sanki vakitlerini aliyormusum gibi hissederim.. yine de bazilarinin yaninda cenem durmaz..

3- bazen "iyi insan" olmayi mecburiyet olarak goruyorum ve insanlar beni sevsin diye iyi olmaya calistigimi dusunuyorum - yoksa zaten oyle oldugumdan filan degil... Zaman zaman kotu, cok ama cok kotu olmak istiyorum ama kimse artik beni sevmez diye cesaret edemiyorum.

5- hayatim boyunca hep karizmatik ve cok dolu bir insan olmak istedim, boyle hafif gizemli, kendine cok guvenen ve cok basarili... su ana kadar basarbilmis degilim.

6- 24-28 yas arasi hayatimda en cok istedigim sey anne olmakti... Ne is, ne kariyer, ne gelecegim hicbirsey umurumda degildi...simdi sadece artik anne olmam gerektigini dusunuyorum ama baska seyler daha cok umurumda.. gercekten biyolojik saat diye birsey var anlasilan ama bu sefer de hirs yaptim (bkz: madde 1 ve 2)! hadi bakalim...

7- erken evlendigimi dusunuyorum... tuna'yi bir odaya kilitleyip 5 sene daha bekar kalmaliydim halbuki...


bitti bile... 7 oldu iste, benle ilgili 7 gercek...insan dusununce aklina neler geliyor... simdi de benim birilerini sobelemem gerekiyor degil mi?? ne yapsam ki? dusuneyim...

Wednesday, December 05, 2007


gunlerdir hasta olanlara hapsurup burnunu cekenlere bakarak "bu insanlar da ne cabuk hastalaniyor caniim" diyip ortalikta bagri acik dolasiyordum ki grip geldi tam alnimin ortasindan vurdu beni. Surune surune gittigim ofisten neredeyse kovalayarak geri gonderdiler, iyilesmeden gelme dediler... Trene bindim tekrar surune surune. Anladim ki kis aylarinda sabahlari yuzlerce insani ise goturen trenler oglene dogru da oksuren tiksiran yari baygin onlarcasini geri evine getiriyor... hepimiz sirayla oksure, hapsura, yolumuza devam ettik...eve geldim, su isittim.... aysegul aldinc'in "birdenbire cikiverip gel" diye baslayan bi sarkisi vardi hani, sobada mavi caydanlikla cay demlerdi kadin sevgilisine... ondan esinlenerek zamaninda bir mavi caydanlik almistim... onunla koyu sekerli bir cay yaptim kendime... bu cay nelere kadir Allahim insani nasil da birden ev moduna sokuyor, kedi gibi yapiyor, kivrilip girdigin battaniye alti birden annenin kucagina donusuveriyor.... Bu sebeptendir ki hic cay icmem ben ofiste... Kahve icilmelidir orada uyanik olunmalidir - cay eve layik bir olaydir, ofis ortaminda kirletilmemelidir....

sonra koydum kafayi bir uyudum... bir uyudum.. iyi ki ben grip oldum...

Monday, November 05, 2007

yeni hayat





hicbir kitabini bitirmenin kismet olmadigi Virgina Woolf'un "a woman must have money and a room of her own if she is going to write" vecizesiyle neden hala bir turlu kayda deger birsey yazamadigimin aciklamasini da bulmus olduk... evet bir odaya ihtiyacim var benim (ha ha paraya degil, sadece odaya) . Soyle kucuk sevimli, camin onunde masasi olan, mumkunse cayira cimene, otlayan koyunlara, ineklere bakan cinsten...

Bu vesileyle en azindan hayatim boyunca unutmayacagim tek bir cumle ogrenmis olmayi bile kar sayarak Woolf okumayi emekliligime kadar ertelemis bulunuyorum. ya da ...ya da...soyle dagin basinda bir yerde; ruzgar estikce cift cam olmayan pencereleri titreyen, kosesinde bir sominesi, pencerelerinin birinden mutlulukla batan bir gunesiyle bana ait bir odam olana kadar en azindan...bu dag basindaki oda hayali artik aylarca oyalar beni.


iste boylece, virgina woolf takintimdan kurtulup defalarca baslayip yarim biraktigim kitaplarinin arasina saklanmis bir firsati nihayet buldum da , bir orhan pamuk sever olarak hala okuyamamis olmaktan esef duydugum Yeni Hayat'a baslayabildim... Yeni Hayat ile birlikte kendi yeni hayatimin da farkina varmam uzun surmedi.

Ilk birkac sayfadan itibaren yer yer Kar'a cok benzettigim bu kitabi sevmeyeni gordum, baslayip yarim birakani hatta birkac sayfa sonra sikilani bile gordum, ama benimkisi gibi acikli bir yaklasimi ne gordum ne isittim... kitap artik o kadar meshur ki, giris yapmaya bile gerek yok belki- malum; bir grup genc bir kitap okuyor ve hayatlari degisiyor. Degisiyor degismesine de... kitabin bazi parcalari bana oyle surreal geliyor ki, aslinda beni huzursuz edenin bu surrealism mi yoksa kendime bile ait olmayan bir hayal dunyasina tahammulsuzugum mu karar veremiyorum son bir haftadir. Ben boyle bir insan degildim halbuki, gunlerdir apartman onunde oturan, gelene gecene vidividi soylenip dururken bir yandan da fasulye ayiklayan teyzeler gibiyim resmen... kitabin ilk baslarinda annesini birakip kendini yollara vuran cocugun sorumsuzluguna soylendim mesela oncelikle, "ne olacak simdi bu cocugun veremedigi derslerine, halbuki ne de guzel okuyordu" dedim... Sonra o muhtesem otobus kazasi anlatimlarinda, bir insan nasil hic yasamadigi bir sahneyi sadece kelimelerle bu kadar guzel anlatabilir diye aklimdan gecirsem de, hemen ardindan "neyse bari bu sipanin akli basina gelse de kalkip gitse evine" diye icin icin dua ettim...hele o canan miymintisi "yeni hayati ariyorum" zirvasiyla caanim cocugu oradan oraya suruklemedi mi, soyle kitabin icine girip ikisini de kolundan tutup evire cevire dovesim geldi.

Simdi kitabin ortalarindayken Dr. Nadir'den medet umar haldeyim...bari bu adam akli basinda ciksa da bizim oglanin annesini arayip " gel kardesim, al oglunu saga salim" dese vallahi icime su serpilecek... lakin ne var ki o da pek tekin pabuc degil gibi..

Sozun kisasi, ben ne ara boyle "adam sen de, bu ne sacma sey, olacak is mi?" diye her hikayeden huylanir hale geldim, ne ara roman kahramanlarini bile inandirici olmamakla , efendi uslu davranmamakla suclar oldum bilemiyorum ama bu bir isaret ki ben yaslaniyorum...

bunu gunun birinde Orhan Pamuk'tan ogrenecegimi tahmin etmezdim ancak hic farkina varamamaktan iyidir... sagolasin orhan abi...

bu arada; orhan abicim gecenlerde bi sohbete geldi buralara, biz de kalktik gittik... soyle kendi halinde, basi onunde miril miril mirildanan, koca gozluklerinin ardinda dunya umurunda olmayan, mumkun oldugunca kendi anadilinde konusan (sanki bi salon dolusu ingilize niye turkce konusacaksa?) bir adam beklerken ben, sakaci, guler yuzlu, espirili, hazircevap ve son derece kendine guvenen bir yazarla karsilastim ve ne yalan soyleyeyim biraz hayal kirikligina ugradim? halbuki ben yazan adamin kor kutuk melankoligini severdim...soyle azicik sevdali bakanini.. oyle her soruya verilecek onceden calisilmis cevabi olmayanini... ve hatta mumkunse hic espiri yapmayanini... tabii ki turlu cesitli politik sorular soruldu, nasil etsek de bu adami oyuna getirsek, soyle agzindan soylememesi gereken laflar alsak niyetiyle planlanmis sozler alindi arka siralardan... neyse ki hicbir spekulasyona yer birakmadan sorular cevaplandi, kotu niyetli dinleyiciler bastan savildi... belli ki orhan abi senelerdir yazmak kadar alistigi bu konusmak isinde de ustalasmisti... kendisine daha az politik daha cok yazmali uzun seneler diliyoruz... ayrica "Orhan abicigim bize de bekleriz, kendi ellerimle borek acarim size, bi de yanina cay demlerim, cikin cikin gelin" demeyi de ihmal etmiyoruz... buralara kadar gelmisken bakarsiniz bize de gelir ...

Friday, June 15, 2007

kisa maruzatlar



1-"oyle yogunum ki yemek yemeyi unutuyorum gun icinde" diyen insanlara "yaa, vah vah" der ama hic de inanmazdim.. bu da "deli gibi rejim yapiyorum ama kendimden bile sakliyorum'' un 21. yuzyil versiyonu diye gecirirdim icimden...meger haksizmisim... meger "deli gibi calismak" diye, oglen yemegini unutmak diye birsey varmis.. daha once haklarinda atip tuttuklarimdan ozur diliyorum...

2- saglam dostluklarda "iliskiyi korumak"nin onemini anladim...birisi ihmal edince digeri bir tarafindan tutmali dostlugun. oglen yemeklerini unuturcasina calisirken ve hickimseyi gozu mgormezken, "emaillerime niye cevap vermiyorsun" diye soranim, ya da sadece "bi turkiye planini sorayim diye ariyorum" diyenim ve butun bunlari yaparken de asla sitem etmeyenlerim oldukca, benim dostluklarima birsey olmaz!

3- Su yukarida gorulen elbise su anda dolabimda asili, ve yani ne yalan soyleyeyim cok da guzel oldu, ama konyada yapilacak bir nisanda assolisti gibi durmamak icin ikinci kez gozden geciriyorum bu kararimi... bilmiyorum...dusunuyorum...fikirlere acigim..

4- Tunayi bizim arabayi satip bir mini almaya ikna etmek istiyorum... artik bir Ingiliz ehliyetim var cunku :)


5- Is icin sikca gorustugum birisi lise arkadasim cikti...hatta annesi de annemin lise arkadasiydi..dunya kucuk!

6- Alisveris yapmaktan ve aldiklarimdan sikilmaktan gina geldi... bir insan nasil son dort haftasonunu alisveriste gecirir ve hala giyecek birseyi olmaz anlamiyorum...

7- Cok daginik ve pasakli bi kadin oldum ben. Bir ilan sitesinden Turk temizlikci kadin bulabilmek icin "Turkish Cleaner" diye arama yaptim: "Naked HULK Cleans your house" ilani cikti..Yapili bi abimiz evlere gidip ciplak halde temizlik yapiyormus...temizligin otesinde baska seyler de yapiyordur diye tahmin ediyorum gerci ben ama simdi gunahini almayayim ...daha da otesi yari turk yari italyan'mis... daha ne olsun! Tuna'ya sordum; acaba cagirip "abicim sen gel ama zahmet edip soyunma, giyinik temizle bizim evi" desek de gelip su evimizi bi yoluna soksa dedim..."oldu guzelim!" dedi...

8- Canim Ozlem'in ve esi Engin'in bir Derin'i olmus.. Allah anali babali buyutsun, yarin arayip tebrik edicem... ote yandan bir guzel isim de boylelikle alinmis oldu...ne koyacaz biz cocugumuza isim yaaa...

9- Ehliyet aldim demistim ya yukarida... babama soyledim... " Sana o ehliyeti verenin aklina edeyim! " dedi.. cok motive oldugumu soyleyebilirim! ote yandan murat da sadece 4 minor hata yaptigimi duyunca, "o zaman turkiyede hayatta kullanamazsin, bizim buralarda 20 major hatadan az yapana ehliyet vermiyorlar" dedi.. bu da dogru bir tespit tabii.. halbuki bilmiyorlar ki bati avrupanin en saglam 3 lu donus yapaniyim :)

simdilik boyle benden haberler... daha ne olsun dimi ama :)

Monday, April 02, 2007

Bruge'den...


24 Subat 2007'den... Surprizlerin en guzelinden...
Bruge'den manzaralar


Nereye gittigini bilmedigim bir yola koydu Tuna beni...az gittik uz gittik...dere tepe duz gittik..

Sonra kendimizi once Azalea Otelinde...



sonra da burada bulduk.


Durmayan yagmura ve acmamis agaclara ragmen gozaliciydi Bruge...
Tozlu bir rafta baharin gelmesiyle anlatilmayi bekleyen bir masal kitabi gibiydi.


aksamlari, hele bir de biraz daha az insan olsa ortalikta, yuzyillardan beri calan canlarin sesiyle insan kendini ruyada sanirdi




Tutmadik daha fazla kendimizi, yine yollara vurduk..Bruge'de her yolun sonu bir baska yola.....



Her kanal bir baska kanala baglandi...
Bende ise 29 yilin muhasebesi her adimda biraz daha tamamlandi



yorgundum az da olsa... ama emindim...bu sene baska olacakti!

Tum sevdigim insanlarla konustum teker teker... o esnada binlerce kilometre otede bir baska insanin kalbi de baska bir mutlulukla atmaktaydi...
kahve yapip titreye titreye goturen eller vardi uzaklarda, benim de aklimin yarisi oradaydi... tum aile bulusmustu bir ben yoktum ortalikta...


yine de cok sikayetim olmadi halimden...29 senemin son 6 senesi mutlu olacagim yerde bulunamiyorsam, bulundugum yerde mutlu olmayi ogretmisti sanirim nihayetinde bana.



Bruge'e ikimiz de uc kisi gitmistik aslinda... Ben Orhan Pamuk ve Tunayla... Tuna, ben ve Bruge Rehberi ile.. Birimizden sikildigimizda digerimize sarildik, kimse kimseyi ihmal etmedi bu sayede..


Tuna, bira sisesinde ben ise midye kabugunda balik olduk bu sehirde... yedik, ictik, beraberimizde cikolataya batirilmis portakal dilimleri ve ese dosta bolca truffle getirdik...



Bu banki getirdim ben bir de yanimda, kafamin icinde digerlerinin yanina koydum...
Arada bir kendimi orada otururken gorur oldum su aralar... Onumde kanal usulca kayiyor...Arkamda sira sira yesil, kirmizi kapilardan yasli insanlar giriyor cikiyor...Postaci bisikletiyle mektup dagitiyor...
Ben buracikta oturuyorum, Bruge gozumun onunden akip gidiyor..



Tuesday, March 27, 2007

nereye gitti bu mart?


es dost habersiz kalmis diye duydum, eh bi haber edeyim bari...


subatin sonlarina kadar 9'lara kadar done done uyur, gunun sonunu getirene kadar akla karayi secerken, hemen arkasindan beklenen 2007nin mart ayi hic benim takvimlere ugramis gibi gorunmuyor... gunler gunleri kovalarken ben "bak yaaa!!! bu da gectiiii!!" diyerek arkalarindan cenem yere dusmus sekilde bakakaliyorum... bi de neyime guveniyorsam, her gun kendime yapilacak isler listesi hazirliyorum...anneni ara (dusunun artik ben annemi bile arayamiyorum!!!) .... temizleyiciye pantolonlari gotur... es-dosta yazilacak emailleri hallet.. ipod'a indirdigin son sarkilari yukle... blogu guncelle...evi supur, banyoyu temizle... eh biraz kendine bak... liste uzuyor da gidiyor ama gunun sonunda ben kendimde bunlari halledecek kuvvet bulamiyorum...yahu benden baska kadinlar bu sacma sapan islerin icinde bir de cocuk buyutuyorlar; o nasil oluyor diye dusunuyorum...tam bunu dusunmusken de "ama benim temizlige gelen kadinim, aksam icin yemegimi yapanim, ne bileyim en azindan Allah rizasi icin coplerimi bosaltanim bile yok" diyip kendimi suclamaktan vazgeciyorum.. ama her gun gomlek giymenin verdigi bir bikkinlikla en azindan utucu buldum kendime, bu konuda mutluyum gururluyum.. turkiyedeki tum gundelige giden hanimlara yalvariyorum... ablalarim teyzelerim...aranizdan biriniz bir mutesebbislik ruhuyla buraya bi sirket filan aciniz rica ederim...bakiin burada cok buyuk bir "annesinin evindeki arapsabunu kokusunu ozleyen Turk kizlari" pazari var...hatta zaman geliyor kocalar bile isyan ediyor vallahi, durum o derece vahim...zannediyorlar ki annelerinin evine hic kadin gitmemis tum temizlikleri anneleri kendi elcagizlariyla yapmis...ama durum oyle degil elbette, siz bizden iyi bilirsiniz... biz temizlikci gelecek diye evi onceden temizleyen bir anne jenerasyonunun kizlariyiz.. gelemiyoruz ingiliz usulu, sopanin ucunda puskul, ustun koru toz almalara....soyle dizlerimizin ustune coke coke bi yer silesimiz var, ama zaman mi var?? hal boyle iste kurtarin hepimizi ...inanin ekmek burada.... sizi temin ederim bos kalmazsiniz...


Neyse, kominitimizi yakindan ilgilendiren bu toplumsal konuya da boylelikle parmak bastiktan sonra bizim civardan haberlere geceyim... yeni isimde ucuncu haftamdayim... Allah'a sukur keyfim yerinde... her sabah, VISA'nin tasmalarini boynumuza gecirip (evet evet, sirket kartlarindan bahsediyorum) donen kapilardan gecip, kahvemizi alip, 60 kisilik asansorlerde hickimseyle goz temasi yapmamaya calisarak 7. kattaki ofisimize cikiyoruz.. dunyanin dort bir tarafindan insan, arkamda yunanlisi, carprazimda ispanyolu ile tingir mingir calisiyoruz.. olmasi beklenen "isteki ilk gunum, acaba oglen tatilinden kimseye gorunmeden nasil yok olabilirim" psikozunu cok sukur halihazirda orada olan Turkler sayesinde atlattim... kisacasi ilk alisma devresini gectik diyelim.. En hosuma giden de; ilk girdigim gunden beri herkesin adimi mukemmel telaffuz ediyor olmasi....cok sukur su ana kadar Maggie diyencikmadi :)


unutmadan... tuna da beni kiskandi o da yeni is buldu kendine...ona zaten spor olsun bu is bulma konusu her 1.5 senede bir bi degistirmese daraliyor adamcagiz :) o da bir bankaya ziplayacak hersey yolunda giderse bir aya kadar.. diyorum size; yetisemiyoruz biz bu martin hizina...

lafin kisasi, simdilik keyfimiz yerinde, sukrediyoruz gecirdigimiz guzel gunlere.. bir de bahar gelse, degmeyin keyfimize.. gelsin is cikisi nehir kenari yuruyusleri, gelsin parklar bahceler... gelsin kahvaltilar, pazar oglenleri, 10'da kararan gunler... gelsin bee... hepimize gelsin hem de...


merak edene, bekleyene not: yok anacim cocuk filan daha... durun iki dakka bi tadini cikarayim.... senelerdir bekliyorum ben bu hayati ...

Saturday, February 24, 2007

iyi ki... 29 oldum...

hala inanamiyorum... 29 hic planda yoktu oysa, cok cok uzakti sanki baska bir hayattaydi.... cocukken tum hayallerim 28 yasinda sona ererdi benim... butun amaclarima ulasirdim 28 yasima kadar..cok basarili, ince topuklu ayakkabi giyen, cantasini koltugunun altinda tasiyan kadinlardan olurdum ben 28 yasinda... cok param olurdu, cok iyi isim olurdu... hatta bir kizim bile olurdu... 29'a da hayal edecek bir sey kalmazdi dolayisiyla... hic dusunmemistim gerisini... peki sonra??
simdi bakinca... gecmis senelerden bir farkim yok gibi... yarim saat oncesinden de olmadigi gibi... 29. yasim disinda...

yine de haksizlik etmeyeyim ... 29. yasin kapisini aralayip urkekce iceriye baktigim su anlarda dort gozle bekledigim seyler de var aslinda...
tuna'nin benim icin hazirladigi ve gunlerdir hicbir bilgi sizdiramadigim surprizim var ornegin... gidiyormusuz biryere, sabaha yolculuk varmis... nereye? bilmiyorum... yine de sevincten uyuyamiyorum...

ya da dun itibariyle resmiyete kavusan hayallerimin isi var... evet bir plazada... evet evden cok uzakta... her milletten insanlarin calistigi bir ortamda... uzun zamandir yasadigim bunalimin bir geri odemesi olarak alip kabul ediyor, Allah'a sukrediyorum.

o da olmazsa Murat'in nisani var mesela... sonra belki de dugunu... arada aklima geliyor... gozlerimin dolmasina engel olamiyorum...

Mert'im Amerika yolcusu bir de iki ayligina... koltuklarim kabariyor ama bu daha dunku cocuk; oralarda bir basina ne yapacak dusunmeden edemiyorum...

ama tam bugun... icime donup bakiyorum...buyutmusum kendimi ben bunca senedir.... pek cok sey ogrenmisim bana dair... hani aksamustleri icime dusen huzursuzlugu anlamaya calisirdim ya hep; artik sadece "ben aksamlari huzursuz olurum" diyorum... ya da on dakika once okudugum birseyi unutsam yine kendime soylenmek yerine; "fil gibiyim 10 sene onceki herseyi hatirlarim, iki dakika oncesini unuturum" diyip geciyorum... ya da bes seneden sonra; Tuna gelince eve her aksam "bin tane omrum olsa, yine seni bulurdum" diye icimden geciriyorum.... mutluyum... 28. yasimi cocuklugumun hayallerine birakiyor, 29'la kucaklasiyorum... opuyorum yanaklarindan, hosgeldin ben de artik seni bekliyordum diyorum... cocukluguma, cocuklugumun tum hayallerine, yapmak istediklerime, yapabildiklerime, ve hicbirsekide beceremediklerime hoscakal diyor, kendime yeni, soyle temizinden bir sayfa aciyorum.... kalemlerim biraz asindi sanki, oyle fosforlu filan da degiller, ucundan pembe puskuller de sarkmiyor hayallerimin, ama sanki ben artik daha iyi yazmayi beceriyorum.. 28'e kadar ne hayaller kurarak yasamistim, bundan boyle hayallerin arasina lavantalar koyup dolaplara kaldiriyor, kendi hayatimin tadini cikartmaya basliyorum... icimden bir ses boylesi daha guzel olacak diyor ...

her ne ise beni bekleyen artik... ben de onu dort gozle bekliyorum...
























Thursday, February 15, 2007

Sevgililer Gunu Delirmesi


Basimda kavak yelleri estigi donemlerde eminim boyle dusunmezdim, ama su aralar bu sevgililer gunu yutturmacasina sinirlerim bozuluyor. Dun yine nadiren disarida oldugum bir gune denk geldi bu meret gun, ve gozlerime inanamadim. Oncelikle tum cicekciler, "Sayin Musteriler! Biz sizin enayi oldugunuzu dusunuyoruz, o yuzden yapraklari dusmek uzere ve yarin solmaya garantili 7 tane gule ve beraberinde bir ton yesil yapraga 80 pound istiyoruz, ama ne yapalim bugun sevgililer gunu, mecburen alacaksiniz, o yuzden idare ediverin artik." diye tabela assalar ve tum satislarini bu tabela altinda yapsalar bence cok daha samimi bir goruntu cizerlerdi. Ustelik bu gullerin kendilerini akilli sanan bir takim tuccarlar tarafindan dunyanin bir ucundan birsuru benzin yakip zavalli dunyamizi daha da kirleterek buraya kadar getirtildigini ve 80 poundun belki de bir baska ailenin bir haftalik gecim parasi oldugunu da dusununce bu buketleri satin alan her kisiyi oracikta insanlik sucundan yakalayip polise teslim edesim geldi. Bu ne sacmalik, bu ne mantiksizliktir diye delirirken birden Tuna'yi dusundum... yapabilir miydi? bu tuzaga dusebilir myidi?? Cok gecmeden benim akilli kocam paket kagidina sarilmis 5 tane kirmizi laleyle koseden gorundu. Ona bile bozulmadim diyemem, sonucta bu laleler belki guller kadar populer olmayabilirdi, ama bugun tuttugunu opmeye kararli bu cicekciler bunlari bile iki kati fiyatina satmis olabilirlerdi...Yine de kadin tarafim agir basti ve guzelim laleleri cok sevdim :)



Derdim para pul degil arkadaslar, hatta hic oyle sosyalist bir tarafim da yoktur bilen bilir... Bir insanin 80 pound harcayasi vardir, gider ister gul alir, ister diken, bana ne.... Ama neden bugun, ben isin bu kisminda takiliyorum. Yarin al, hatta o 80 pounda bir hafta boyunca hergun karina gul al... dusundugun gunu kurtarmak degil de, sevdigin kadinsa, onun da daha cok hosuna gider zaten boylesi. Ama neden bu sacma sapan gun? Eve gelince "hani benim gulum??" diye paylanacagindan korktugu icin mi yapar bu hatayi bu erkek milleti? Eh kardesim, sen tum sene kadina kole muamelesi yap, sonra 14 Subat'ta 80 pounda kendini affettirmeye calis!! Olacak sey mi? Tum sene efendi uslu durup azicik anlayisli olsan, bir sefer de camasirlari makineye sen atsan, ne bileyim, cocuk aglarken arkani donup horlamaya baslamasan, kimse senden kalkip gul beklemez, "benim kocam zaten bitanedir" der, o 80 pound da cebine kalir, alir karini yemege gidersiniz... Ayrica bir buket gul aldiktan sonra kadina daha fazla kole muamelesi yapmaya hakki oldugunu dusunen erkekler de taniyorum ben, ki "gul bile aldik yaranamadik" seklinde bir yuzsuz aciklamalari da vardir. Brrr....Kanimi dondurur boyleleri... Bu konuda sucladigim tek mercii, kadin milletinin bir gul bir pirlanta yuzuge tavlanacagini toplumun kafasina kaziyan tuketim sektorunden baska birsey degildir bence.



Ama butceleri ayri olan sevgililer icin bu 14 Subat geyigi biraz farkli olabilir, bunu da anliyorum kesinlikle. Belki de kadin, o noktada kendine verilen deger icin bir olcum aracina ihtiyac duymaktadir, ve bu 80 pound bu acidan etkileyici bir sonuc olabilir. Soranlara "Ayy goruyo musuun tuttu bana 80 pounda/80 milyona/ 80 dolara artik neyse.. gul aldii, ne sekkeeeerrrr" diyebilir. Saygiyla karsilamak, ama mumkunse bu kisiyle azicik akillanana kadar muhatap olmamak gerekir. Zira evlenip bucaklanip o 80 poundun / 80 milyonun firsat maliyetini degerlendirip baska islere yarayabilecegi aklina gelince zaten bu insan kendiliginden dunya yuzune inecektir.



Kisaca oyle ya da boyle, birilerini seven, sevmek isteyen, sevdigini gostermeye calisan, gosteremese de elinden geleni yapan, yapamasa da "ne yapalim ben boyleyim" diyen herkesin her gunu sevgililer gunu olsun, boyle toplumsal dolduruslar da kanunen en yakin zamanda yasaklansin dileklerimle bu delirmeyi de boylece atlatmak istiyorum. Onun yerine "erkeklerin camasir yikama gunu" olsun mesela... ya da " Kadinlarin arabayi tamire goturme gunu"... Nasil fikir ama?

Wednesday, January 31, 2007

Evofis - Bolum II


Iki ay oldu evden calismaya baslayali...pekcok sey ogrendim bu sayede ve gunun birinde tekrar ofis ortamina donersem, bir daha hic trafikten, yorgunluktan, kendime vakit ayiramamaktan sikayet etmeyeyeim ve bu kabusu hic hic unutmayayim diye kendime notlar:


- Dort gun araliksiz evden cikmadigim bir donemde zamanimin, hayatimin kontrolunu oyle kaybetmistim ki, ayni kiyafetleri hic cikarmadigim, dusa girmek icin bile bir sebep aradigim oldu...bir gun nihayet kendimi silkeledim ve dort rekor gunden sonra gidip bir dus aldim, guzelce giyindim suslendim, kendime geldim...yemek, icmek gibi, giyinip kusanmak gibi, dus gibi en temel aktivitelerin bile hizla akip giden hayatlarimizda onceden programlanmis bir yeri ve zamani varmis boylelikle anlamis oldum... (Tuna'ya sabri ve anlayisi icin buradan tesekkurlerimi gonderiyorum :))


-bir aksam, tesaduf eseri cop atmak icin kapiyi actigimda bir de ne goreyim?? Memlekete kis gelmis... aksamlari Tuna eve geldiginde yanaklari buz gibi olurdu yavrucagin, bundan suphelenmeliydim belki, ama ne bileyim, ben yunlu hirkalarimin, pofuduk terliklerimin icinde pek ihtimal vermemisim iste. Demek insan evden cikmadikca, gunleri haftalari mevsimleri bile haberi olmadan kasla goz arasinda kacirabilirmis, ve koskoca iki ayi iki gun gibi yasayabilirmis, bu sayede ogrendim...


- Zamani kisitli olmayinca insanin, nasilsa yaparim diyerek erteledigi seyler cig gibi buyur ve nihayetinde ustune cokermis... normal sartlarda tren yolculuklari sirasinda okunmasi planlanan kitaplar kosede okunmayi bekler, "nasilsa evdeyim, yikarim" dedigim sepetler dolusu camasir dolaplardan tasar, guzelce duzenlenmesi beklenen dolaplar hep yarinki yapilacaklar listesinde itinayla yerini alirmis..ve yarin hep yarin olarak kalirmis... maalesef insan elinde zamani ne kadar azsa o kadar iyi organize yasarmis ve her gunu "bugun cok yoruldum ama ne cok is yaptim!" seklinde bitirebilme huzurunun yerini hicbirsey dolduramazmis...


- Insan ne kadar insan yuzu gorurse hayata o kadar cok baglanirmis... Sen evdeyken ve baskalari isteyken maalesef yapacak cok seyin de olsa hayat durdugu yerde kalakalirmis... Pencerenin onunde can cekiserek olen tilkiden, ruzgarin devirdigi bahce citinden ve kulakliklari ile muzik dinleyip hoplaya ziplaya mektup dagitan postacidan baska gun boyu pencerendeki goruntu hep ayni ise, maalesef hayatta cok da fazla dort gozle bekledigin birsey olmazmis... Ne film afisleri, ne yeni sezonun trendleri, ne gecen gun trende gelirken basina gelmesi muhtemel ilginc olay... evden cikmadigin surece anlatacak, konusacak hicbirseyin de olmaz, eski halinden farkli bir insan olmana ramak kalirmis.


- Sonra...gunler sonra... hasbelkader evinden disari adim atmaya gorsun insan.... birden kendini sudan cikmis balik gibi hisseder, ne yone gidecegini sasirirmis... O ezbere bildigin yollar unutulur, hangi saatte ne tren vardi karistirilir, yanlislikla bir de kalabalik bir insan grubu icine dusulse hele, gozune fener tutulmus tavsan yavrusu gibi oldugu yerde kalakalinirmis...


- "Senin yerinde olmak icin neler verirdim" diyen arkadaslara ve basta kocaya "sen gel de bir hafta evden cikmadan gecir bakalim" diye laf anlatilmaya calisilir, yine de "ben bir yerde yanlis mi yapiyorum acaba" diye dusuncelere dalinirmis...


- Son olarak, bakacak bir cocugun yoksa ve kendi isinin patronu degilsen evden calismak fikri calisma hayatinin en izole en asosyal kararlarindan biriymis, ama degistirmek senin elinde degilse zaten, cok da fazla secme sansin kalmazmis.


iste kisaca hayat evdeyken boyle....hala heves eden varsa hemen asagidaki fotografa iyice bakmalarini tavsiye edecegim nitekim su anda icinde bulundugum durumu en iyi bu ifade ediyor......bakin ciddiyim... kaciiin kurtarin kendinizi...gidin ofislerinize biligsiayarlarinizin baslarina.... sarilin o en nefret ettiginiz ofis arkadaslariniza.... kahve yapin kendinize evdeki kahvenizden on kat daha az kaliteli de olsa, keyifle icin sonra forward edilmis komik bile olmayan emaillerinizi gizlice okuya okuya.... insan icindesiniz ya...dunya icinde sizi dinleyen, sizi goren, "ustundekini nerden aldin guzelmis!!" diyen, ya da en kotusunden arkanizdan dedikodunuzu yapan biri bile olsa; varliginizin farkinda olan baskaca insanlar var ya... sizden mutlusu yok bu dunyada.... heey kime diyorummm... duymayacagim bir daha tek bir sikayetinizi... calisin bakayim uslu uslu.... hah soyle...grrrrrrrrrrr :)