Sunday, November 12, 2006

Basliyorum!

bundan aylar once, bu blogu daha acmamisken dertlenir dururdum..aklimdan ne cok sey gecerdi ve fakat bunlari yazacak, sabitleyecek hicbir yerim yoktu... her gordugum seyden bir hikaye cikarirdim, aklima durup dururken sahane satirlar duser, tren yolculuklari boyunca camimdan akip giden agaclara, cimenlere, bakimsiz bahcelere baka baka, bu satirlari dusunurdum. Kendi kendime derdim ki; "iste bak! yazacak bir yer olmadigi icin bu guzelim kelimeler unutulup gidiyor." Sonra kendime cok guzel islemeli bir defter, bir de kucuk kursunkalem aldim. Hatta hatirliyorum, deftere verdigim 12 pound icime oturmustu da, "Canim nasilsa bu defteri guzel bir amac icin aldim.. Bundan boyle hicbir kelimeyi aklimdan ucurmayacagim" diyerek kendimi teselli etmistim.. Haftalar gecti, ne var ki deftere yazdiklarim; alisveris listelerinden, oradan buradan duyup da unutmayayim diye not aldigim kitap, album, restaurant isimlerinden, ve daha bilimum iceriksiz ciziktirikten oteye gecemedi. Kendimi herseferinde daha onceki guzel kelimelerimin , cumlelerimin nerelere kactigini dusunurken buldum. Sonra sucu teknolojiye atmak kolayima geldi... Dedim ki ben klavye cocuguyum. ne anlarim oyle kalem kagit oturup haril haril yazmaktan. Bu sirada, canimin ici bir arkadasim, bana blog acmami onerdi...Uc bes zaman dusundukten sonra bu son derece heyecanli fikri uygulamaya koyuldum. Aman da aman, ne anlamlar yukledim bloguma, neler de neler yazacaktim.. hatta yukaridaki "cok dusundum, artik yazma vakti" mottosu bu trenlerdeki dusunmelerime referansti. Gel gor ki, uc bes gercekten dusunerek hissederek yazdigim yazidan sonra, bu blog olayi da bir "Muge'nin maceralari" boyutu kazandi ki bu durumdan son derece sikayetciyim. oysa; ben bu blogu icimdekileri disari cikartacak bir kanal olarak actim ama sanki zamanla icimdeki hersey ucup gitti. gariptir ki; o istasyonlarda beklerken aklima gelen ve dahiane oldugunu dusundugum metaforlar ve onlarin uzerine kurulacak hikayelerimden de geride hicbirsey kalmadi. Son zamanlarda gunum gecem buna hayiflanmakla geciyor, ama hayiftan da oteye gecemiyorum. Anliyorum ki, benim sahne korkum var. Dusunduklerimi sadece ben bileyim istiyorum... beni taniyan uc bes kisinin okumasi bile, tum uzerinde yazilasi, dusunulesi fikirlerimi cil yavrulari gibi geldigi yerlere dagitiyor... ote yandan guzel yazan guzel cizen herkesi deli gibi kiskaniyorum. Zaten sanirim hayatta kimsenin ne guzelligini, ne parasini pulunu ne de kariyerini kiskanmisimdir, guzel yazan bir insanin satirlarini kiskandigim kadar.. Yazmaya cok yetenekli bir insan olmadan, ciddi anlamda yazmak istemek ve ayni zamanda da kendi kelimelerinden korkmak nereye goturecek beni bilemiyorum ama en azindan su anda durum tespiti acisindan dogru noktada oldugumu dusunuyorum.

Kisaca: hayatta herseyde idare edecek kadar iyiydim, ancak hicbirseyde cok iyi olamadim, bari birtek yapmayi sevdigim birseyde iyi olayim istiyorum. Oyleyse; ben su andan itibaren dusunmeye ve dusunduklerimi de "nasilim, yazabiliyor muyum?!?" ya da "acaba okuyan ne dusunur" kaygisi tasimadan yazmaya basliyorum.. aklimdan kacirdigim guzel kelimeler, butun o kucuk hikayeler gelip beni biryerlerde bulsun umuduyla..

Monday, November 06, 2006

Vizesiz Seyahat Özgürlüğünden Manzaralar




Bir cuma öğleden sonrası işlerimizden apar topar kaçtık ve en yakındaki Paris trenine atladık


3 saat sonra bu Otele ulaştık


Odamız küçücük ama çok şirindi, ben keyfini çıkarırken....

Tuna hemen ön araştırmalara koyuldu.

Tipik Fransız kahvaltılarından önce....
Guardian ve Milliyet satan bir gazeteci bulduk ve
ardından kruvasan ve kahve boyutunda memleket meselelerini çözmeye koyulduk..

Yiyip içmediğimiz zamanlarda da elbette gezdik tozduk... Luxembourg Bahçeleri öyle güzeldi ki bir an orada dikili heykellerden biri olmanın hayalini kurduk.

Ya da Sacra Coeur'da güneş ya doğsa ya batsa ama ortalık hep bu renk olsa diye umduk.

Nedense sonbaharda daha bir güzel göründü gözümüze Paris!

Sakindi sessizdi huzurluydu ondandır belki.

Marquez bile sevdi sanki St. German des Pres'de içtiğimiz Cafe Creamleri...
Onun bile daha az acıklıydı oralarda sanki dili.

Ne var ki dönme vakti iki gün içinde gelip buldu bizi...

Yol herzamanki gibi yorucuydu.
Trende artik ne harcanan paralar, ne yorgunluktan sızlayan ayaklar konuşuldu.
Bol bol uyundu uyundu uyundu...