Wednesday, February 22, 2006

Yaşgünüm Fobisi


Bir 24 Şubat günüydü... Bundan 13 sene önce.. Düsünüyorum da, ne uzun olmus. Bu beni su gerçege getiriyor; aslinda ne kadar küçük şeyler ne uzun zamanlar insanin beyninde saklı kalıp, senelerce hatırlanabiliyor. Gereksiz detaylara takilip kalmak, türlü hassasiyetlerle hayatı kendime zehir etmekte üstüme yoktur, bilenler bilir. Bu tür gereksiz hatıralardan biri işte bu da... Neyse, ben kendimi böyle kabul etmişim artık, atsan atılmaam satsan satılmam..Sadede geçelim.

Ne diyorduk. Bir 24 Şubat günü bundan tam 13 sene önce, sevinç ve heyecanla okuldan çıktım, eve doğru yürümekteydim... Herkesle selamlaşıyor, yanımdan geçen çocukların başlarını okşuyor, içimden şarkılar söylüyordum....O gün benim yaşgünümdü ya, o meşhuur 15 yaşıma basıyordum ya, tüm dünya da benimle beraber sevinçli ve heyacanlı olmalıydı tabii kii...Kuşlar çiçekler böcekler modunda, tam 15 yaşında, artık yaşımı başımı almış genç bir kiz olarak eve vardım. Anahtarımla kapıyı açtım... Annem mutfakta yine saçı başı dağıtmış hararetle ugraşıyor, bir yandan da anlamadığım birşeylere söyleniyordu...İşin kötüsü geldiğimi görmüş olmasına rağmen, 15 yaşıma girdiğimin farkında bile değildi sanki.. Ama nasıl olurdu...bu kadar büyük ve önemli bir konu nasıl unutulurdu... Birkaç dakika kapıda oyalandım...sanırım hala saf bir heyecanla annemin 'Sen misin kıızııım İyi ki doğduuuun' diyerek şöyle kocaman kucaklamasını beklemekteydim. Halbuki canım annem tüm hayallerimden habersiz bir yandan elindeki hamurla boğuşmasına devam ediyor bir yandan da menziline giren ilk insan olarak bana 'Kizim gel..gel..bak şu çekmeceden para al, git bakkala, iki kilo süt, bilmem ne kadar bilmemne....' şeklindeki direktifllerinee başlıyordu.. Kendi kendime 'Şimdi kafası karışık, hele bir kendine gelsin hatırlar' diyerek bakkalın yolunu tuttum.. Tahmin edilebileceği gibi bakkaldan dondüğümde, mutfaktaki işler bitince, hatta ilk okul yıllığım icin fotoğraf çektirmeye gitmeden önce ve geldikten sonra bile hala o gün 15 yaşıma bastıgım kimseye malum olmamıştı. Taa ki gecenin bir yarısı hayalkırıklığım tavan yapınca 'Kimse beni sevmiyor...kimse bugun benim yaşgünüm olduğunu bile hatırlamıyor' şeklinde bas bas bağırarak dünyayı evdeki herkese dar edene kadar... Sonuç: Annenin ilk şok ile kısa süreliğine girdiği ve akabinde 'al sen şu parayı dogumgünü hediyesi niyetine yarın git kendine bişeyler al kuzum, kusura bakma işte görüyorsun işim başımdan aşkındı' diyip kocaman sarilarak savuşturduğu bir vicdan azabı ve bu hatırayı senelerce beyninin içindeki küçük 'kötü hatıralar hafızası'nda saklı tutan, ve her 24 Şubat öncesi depresyondan depresyona koşan bir ben.

Bu kadar lak lakı niye ettim? Bundan sonra kimse bana bir kere daha 'Niye yaşgünlerini sevmiyorsun? ' sorusunu sormasin diye.. Sevmiyorum kardeşim yaşgünlerimi.. Çünkü hep bir hayalkırıklığı yaşamaktan korkuyorum.. Sevdiklerimden, beni hatırlamasını istediklerimden, kendimden, gelecek yeni yaştan, ve hatta belki de beklediğim her yaşın aslında gelmeme ihtimalinden doğacak ve doğması muhtemel bir hayalkırıklığı... Ustelik bir de panik oluyorum bu yaşgünlerinde, kendimi okula geç kalmış çocuklar gibi hayata geç kalmış hissediyorum...Zaten eminim ki, şu birşeyler için geç kalma hissini attığım an zihnimden mutlak huzura erişeceğim ama bu huzur önümüzdeki 24 Şubatta da buralarda olacakmış gibi görünmüyor. Yine de, izin verdim kendime o gün... Yapmak istediğim herşeyi yapıp yapmak istmediğim hiçbirşeyi yapmayacağım. İnşallah herşey yolunda giderse 'ideal bir yaşgünü' yaşayıp bu konudaki önyargılarımdan kurtulacağım. Yine de hala içten içe korkuyorum beni kimler unutacak bu yıl diye.. Yaşgünü Fobisi diye yeni bir fobi kazandırdım psikoloji dunyasına, hayırlı uğurlu olsun hepimize ...ŞAK ŞAK ŞAK ŞAK ŞAK (alkış efekti)

Tuesday, February 07, 2006

Efendime soyleyeyim...


Herzamanki gibi isime gideken bugun yolda, kimbilir ne masallar anlatiyordum ki kendime, bir deyis geldi aklima:

"Efendime soyleyeyim"

Kucuktuk.. babam nadiren evde oldugu gecelerde masal anlatirdi bize... Ya da hergunku hayallerini anlatirdi da bize babam anlattigi icin masal gibi gelirdi.. Ne var ki, cumle aralarinda "Efendime soyleyeyim" derdi zaman zaman.. Kimdi bu "efendi", bizi nerelerden dinlemekteydi hep merak ettim.. Bazi gecelerin sonunda, babamin anlattiklarini bize degil de efendisine anlattigi dusuncesi tadimi kacirdi birkac kez, yine de ses etmedim.. Zamanla farkettim: Bu "efendi" iki kucuk kardesin en buyugu oldugum icin BENdim... Birden kendimi kocaman, busbuyuk, hatta efendi kadar buyuk hissettim...ta ki babam bize masal anlatmayi birakana kadar...

Belki senelerdir duymadim bu deyisi, kendim de kullanmadim hatta.. Yine de nerelerden cikip beni buldugunu anlayamadigim bu hatira burnumun diregini sizlatti sabah sabah... Kendi kendime "Iste" dedim "ben bunu ozledim.."... Simsicak, comert, mutevazi, agirbasli, cocuklara anlatilan bir masalda bile "efendiye anlatma" hissi veren sevgili anadilim. Insan vatanini ozler, anasini babasini ozler, sevdigini ozler de anadilini ozler mi? Ben ozledim...

Monday, February 06, 2006

Birzamanlar.

Yazardim bir zamanlar, sonra nedense koptum yazmaktan... Hayat oyle hizla ilerledi ki yazmak ve dusunmek icin ne huzur birakti bende, ne de kuvvet.. Simdi biraz duraksamak istiyorum.. Zamanimi tekrar kontrol edebilmek istiyorum. Ne yazabilecegim, neler kalmis eteklerimde ben de cok merak ediyorum...

yeniyim ben burada..

Hosgeldim bloguma.. Blog demesek de baska bir isim bulsak buna aslinda. Cok teknik bir soguklugu var bu kelimenin.. Oyleyse, dusunelim....